Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
Yusuf TEOMAN
Köşe Yazarı
Yusuf TEOMAN
 

Toprak

"Biliyorsun ki, ölüm kadındır!” (…) “ve toprak da kadındır!” Max Frisch – Homo Faber Zehra sedirin üzerine bağdaş kurmuş, dışarı bakıyordu. İki odalı kerpiç ev, uyku ve buğday kokuyordu. Bir de güneş yemiş akasyaların kokusu giriyordu içeri. Pencerenin camsız kısmına çiviyle çakılmış muşambanın sızdırdığı hava taşıyordu bu kokuyu. Toprak, akasya dallarına evrilmiş uzuvlarıyla, Zehra’nın yazmasından taşan saçlarına bu kokuyu yerleştiriyordu. Zehra’nın çok kişinin bilmediği bir yeteneği vardı, toprağın sesini duyardı. Bu sesleri duyunca tohumların yeryüzüyle boğuştuğunu bilirdi. Ama toprağın, onu daha büyük bir boğuşmaya ittiği, aklına bile gelmezdi. Toprak, en başından beri, her şeyin şahidiydi. Buna rağmen, Zehra’nın babası Veysel toprak uğruna öldürülürken, sadece izlemekle yetinmişti, yüzyıllarca olduğu gibi. Köydeki herkes Veysel’in kayıplara karıştığını, belki bir gün geri döneceğini söylerken bile öylece susup beklemişti. Fakat süt… İnsanlığa sunduğu anaçlığın benzerini Zehra da ona göstermişti. Zehra’yı kendi gibi biliyordu artık toprak ve Zehra’nın henüz haberdar olmadığı intikamını, ona ancak toprak aldırabilirdi. Zehra bir yandan radyodaki tiyatro oyununu dinliyor, bir yandan da kocası İsmail’in ayçiçeği tarlasından eve dönüş yolunu gözlüyordu. Birkaç yıl önceye kadar babasını gözlemişti böyle. Zamanında bir babası vardı ve onun da yirmi otuz dönüm tarlası, biraz koyunu. Bir de pis huyu vardı babasının: Çoban tutmaz, kepeneği sırtına geçirir koyunun başına geçerdi. Bir akşam eve dönmeyiverdi, Zehra’da bir telaş… Komşusu Ali Ağa’nın kapısına dayanıp yakardı. Ali Ağa tek kırmasını eline, kızı arkasına aldı, han yıkıntılarının önüne kadar gittiler. Ama boş bir kepenekten başka bir şey bulamadılar. Aradan yıllar geçti, aynı yerde durdu kepenek, taşını bekleyen bir mezar gibi. Ne alıp götüren oldu ne de yerinden bir metre oynadı. Toprak her şeyin şahidiydi. Kimse ihtimal vermezdi ama kepeneğe sahip çıkıp, göz önünde tutan oydu. İsmail’in günahından ne Zehra’nın ne Ali Ağa’nın haberi vardı. Ama Zehra’ya sözü vardı toprağın, ona yardımcı olacaktı. Zehra’nın dinlediği oyun çok uzamıştı. Kocasına yakalanma ihtimali gözünde büyüdükçe şakakları zonkluyor, farkında olmadan hafif hafif yerinde sallanıyordu. Bir yandan da eliyle sol memesini sıkıştırıyor, kendini hazırlamaya çalışıyordu. Yeterince hazır hissettiğinde sedirin altına gizlediği şişeyi aldı, kendini şişeye sağmaya başladı. Çok geçmeden radyodaki karakterlerin repliklerinin üzerine hafif bir müzik eklendi. Oyun bitmek üzereydi, rahatladı. Beşikte uyuyan, aylardır emzirmediği oğluna dikti gözünü. Ne İsmail ne bu çocuk ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Babasının nereye gittiği dışında pek bir şey düşünmezdi zaten. Oğlanın çenesinde yürümekte olan sineği pür dikkat seyretmeye başladı. Sinek çocuğun yüzünde oraya buraya konup tekrar havalanırken, Zehra kendi kendine sineğin bu sefer nereye konacağını tahmin etmeye çalışıyordu. “Vişne Bahçesi adlı oyunumuzu dinlediniz. Yazan, Anton Çehov. Radyoya uygulayan, Bekir Şahin.” Radyodan isimler akmaya devam ederken, Zehra daha da hızlandırdı sağma işini. Şişenin neredeyse yarısını doldurmuştu. Yüzlerce kez gördüğü o garip rüyanın, bir kez daha gereğini yapmaya hazırdı artık. Rüyasında hep, babasının koyunları otardığı han yıkıntılarının orada, kepeneğin önünde oluyordu. Birden üstünü soyunuyor, memeleri ortaya çıkıyordu. Dizleri üzerine çöküp çeşmeden fışkırır gibi süt fışkırtıyordu kepeneğin üzerine. Yanında İsmail vardı. Toprak gürüldüyordu. İsmail sadece bekliyordu. Sütün düştüğü yerlerden bazı dallar sert keçeyi delip, yukarı yükseliyordu. Dallar sağa sola sallanıyor, eğrilip doğruluyor, uzamaya devam ediyordu. Uzanıp da babasının gittiği yönü göstermeye çabalıyordu dallar... Zehra bu rüyanın kutsallığına ilk günden beri inanmıştı. Bu yüzden gizli gizli kepeneğin başına gider, sütünü boca ederdi. Bilemezdi ki dini bir ritüele dönüştürdüğü bu rüya, toprağın kalbini yumuşatmış, onu kendine dost kılmıştı. Radyoyu kapattı. Her zamanki gibi elinde şişe, Veysel’in kepeneğine doğru koşturmaya başladı. Yakın zamanda yağmış yağmurdan dolayı çamura bata bata gidiyordu. Pek hızlı yürüyemiyordu ayağındaki kara lastik yüzünden. Daha düzgün bir şey giymek isterdi ama çok varsıl sayılmazlardı. İsmail’in çok borcu vardı evlenmeden önce. Veysel’den kalan arazinin çoğunu satıp anca kapatmışlardı. Babasının gidişine bu arazilerin yol açtığını bilmiyordu Zehra. Toprağın… “Bir ay geçti, Veysel’den iz yok, seda yok. O yakınlarda Bediklik Köyü var, oraya doğru gitti desek, gören duyan olmamış. Adam sanki kırklara karıştı…” “Peki ben ne olacağım Ali Ağa?” “Zor tabii tek başına, burası küçük yer…” Zehra kepeneğin yanına yaklaşınca adımları yavaşladı. Kepeneğin alt kısmı çamura batmış olsa da üstü bir atın sağrısı gibi parıldıyordu. Önce onu battığı çamurun içinden çıkardı. Sonra, uzaklardan gelen hayvan ulumaları eşliğinde, dualarını fısır fısır okumaya başladı. Çoğu kez yaptığı gibi sütünü kepeneğin üzerine boca etmedi. Hafif hafif dökerek çamuru ayıklamaya, sertleşmiş keçeyi çitilemeye başladı. Bir an kulak kesildi, toprak yine ona seslenmeye başlamıştı. Kepenekten sızan sütle buluşan toprak, hep o günü beklemişçesine, bu sefer daha belirgin konuştu Zehra’yla. Zehra ilk defa bu kadar net anlıyordu bu sesleri. Daha önceleri duyduğu belirli belirsiz çıtırtılar değildi artık bunlar. Zehra’nın sesleri dinlemeye başladığındaki sevinci yavaş yavaş yerini paniğe bırakıyordu. Bir yükselip bir alçalan sesler, ona artık kelimeleri fısıldıyordu. Ucu başı bağlı olmayan, bazıları daha önce duyduğu hiçbir şeye benzemeyen kelimeleri... Zehra kepeneği hırsla çitilerken gözü kararıyor, lekeleri artık bulanık görüyordu. Bir an geldi, dayanamadı. Kepeneği yere fırlatıp eve doğru koşmaya başladı. Çamura batıp çıkarken üzerine bastığı her toprak parçasından aynı ses geliyordu: “Geri gel! Hazırlan ve geri gel!” Bu ses sadece toprağın olamazdı, “Düşünemedin! İsmail’in yaptığını düşünemedin!” Yerden fışkırmış iki tahta sopa Zehra’nın ardı sıra geliyordu sanki, toprağı yırta yırta. Sopalara bağlı çengeller vücuduna saplanmış halde, gerilip salınıyordu. “İsmail yaptı! İsmail yaptı!” Zehra eve girdi, sesler bir anlık kesildi. Başından boynuna, oradan göğüslerine inen yük kayboldu. Kalbi hızlı hızlı atıyordu. Kalbinin gümbürdemesi, içeriden gelen pışpışlama sesiyle dindi. Kendine gelip içeriye baktığında Meryem’i gördü. Oğlanın süt annesi… Rüyaları görmeye başladıktan sonra İsmail’i “Sütüm gelmiyor” diye kandırdığında, kocası çabucak bulmuştu Meryem’i. Birkaç hane ileride otururdu. Günde birkaç kez eve gelir, oğlanı emzirir giderdi. Şimdi de hayattaki tek işiymiş gibi, çocuğu emzirmeye devam ediyordu. “İsmail gelmedi mi?” “Valla ben de yeni geldim.” Tel dolaba yöneldi Zehra, bir bıçak çıkarıp ucunu bir beze sardı, yeleğinin cebine yerleştirdi. Dolabın arkasına sıkıştırılmış bir mendilin içinde üç yüz lira civarı para vardı, onu da aldı. Evden çıkmadan önce Meryem’e son bir kez baktı. Sinek, meme emen çocuğun üzerinde hâlen dolanıyordu. Zehra koşar adım tekrar kepeneğe yöneldiğinde tekrar yağmur başlamıştı. Ama yağmur, sesleri bastıramıyordu: “Biliyordun! Hep biliyordun!” Sesler dört bir yanından, görünmeyen nefeslerce üzerine üfleniyordu. Yağmur Zehra’nın içine işliyor, ayakları lapalaşmış toprağa saplanıyordu. “Biliyordun!” Toprak, ağzı bozukluğunu merhameti arkasına saklayarak haykırmaya devam ediyordu. Toprağın biricik dostu Zehra, sesleri büyük bir teslimiyetle dinliyordu. Vardığında İsmail’i kepeneğin yanında gördü. Diz çökmüş, ağlamaklı, kepeneğin üzerindeki süt lekelerine bakıyordu. “İsmail?” İsmail’in yüzü yerdeydi. Çopur yüzündeki deliklere saplanıyordu iğne iğne yağan yağmur. Ellerinde çamur vardı. Gözünü ayıramadığı lekelere bakarken, bir süt, bir kan görüyordu İsmail. Gördüklerini anlayacak kadar gücü kalmamıştı. Kalan gücünü bıyığının altında varla yok arası kalmış dudaklarına ve atan kalbinin altında ezilen ciğerlerine topladı. “Seni izledim bugün biraz. Bir zamandır merak ediyordum zaten n’apıyor diye.” Karısına doğru davranmak istedi. Adım atacak olduğunda çamurlaşmış toprağın onu sıkı sıkıya kavradığını hissetti. Damarlarındaki kan, bozguna uğramış atlar gibi sağa sola kaçışmaya başladı. Avcunda kalmış çamurun onu yakmaya başladığını hissediyordu. Başını titreyerek kaldırdı, Zehra’ya bakmaya çalıştı. “Süt!” İsmail gürüldüyordu. Toprak sadece bekliyordu. İsmail’in gözleri hâlâ lekelerdeydi. Bir tek bunu hatırlıyordu Zehra. Sonra toprağın sesi her şeyi bastırdı. Toprağın emri ile sallandı bıçak. Ne duyduğunu da ne gördüğünü de bilmiyordu Zehra. İsmail’in kanlar içinde kepeneğe yığıldığını hatırlıyordu bir tek. Sonra da toprağın çatlayıp inleyerek kepeneği ve İsmail’i yuttuğunu. Homurdanan toprağın her şeyi silmesini bekledi. Kepeneği, bıçak saplı cesedi, sütü ve kanı. Ardını döndü Zehra, Bediklik’e doğru koşmaya devam etti. Not: Bu yazının ilk versiyonu Prolog Dergi'de yayınlanmıştır.
Ekleme Tarihi: 29 Aralık 2024 - Pazar

Toprak

"Biliyorsun ki, ölüm kadındır!” (…) “ve toprak da kadındır!” Max Frisch – Homo Faber

Zehra sedirin üzerine bağdaş kurmuş, dışarı bakıyordu. İki odalı kerpiç ev, uyku ve buğday kokuyordu. Bir de güneş yemiş akasyaların kokusu giriyordu içeri. Pencerenin camsız kısmına çiviyle çakılmış muşambanın sızdırdığı hava taşıyordu bu kokuyu. Toprak, akasya dallarına evrilmiş uzuvlarıyla, Zehra’nın yazmasından taşan saçlarına bu kokuyu yerleştiriyordu. Zehra’nın çok kişinin bilmediği bir yeteneği vardı, toprağın sesini duyardı. Bu sesleri duyunca tohumların yeryüzüyle boğuştuğunu bilirdi. Ama toprağın, onu daha büyük bir boğuşmaya ittiği, aklına bile gelmezdi.

Toprak, en başından beri, her şeyin şahidiydi. Buna rağmen, Zehra’nın babası Veysel toprak uğruna öldürülürken, sadece izlemekle yetinmişti, yüzyıllarca olduğu gibi. Köydeki herkes Veysel’in kayıplara karıştığını, belki bir gün geri döneceğini söylerken bile öylece susup beklemişti. Fakat süt… İnsanlığa sunduğu anaçlığın benzerini Zehra da ona göstermişti. Zehra’yı kendi gibi biliyordu artık toprak ve Zehra’nın henüz haberdar olmadığı intikamını, ona ancak toprak aldırabilirdi.

Zehra bir yandan radyodaki tiyatro oyununu dinliyor, bir yandan da kocası İsmail’in ayçiçeği tarlasından eve dönüş yolunu gözlüyordu. Birkaç yıl önceye kadar babasını gözlemişti böyle. Zamanında bir babası vardı ve onun da yirmi otuz dönüm tarlası, biraz koyunu. Bir de pis huyu vardı babasının: Çoban tutmaz, kepeneği sırtına geçirir koyunun başına geçerdi. Bir akşam eve dönmeyiverdi, Zehra’da bir telaş… Komşusu Ali Ağa’nın kapısına dayanıp yakardı. Ali Ağa tek kırmasını eline, kızı arkasına aldı, han yıkıntılarının önüne kadar gittiler. Ama boş bir kepenekten başka bir şey bulamadılar. Aradan yıllar geçti, aynı yerde durdu kepenek, taşını bekleyen bir mezar gibi. Ne alıp götüren oldu ne de yerinden bir metre oynadı.

Toprak her şeyin şahidiydi. Kimse ihtimal vermezdi ama kepeneğe sahip çıkıp, göz önünde tutan oydu. İsmail’in günahından ne Zehra’nın ne Ali Ağa’nın haberi vardı. Ama Zehra’ya sözü vardı toprağın, ona yardımcı olacaktı.

Zehra’nın dinlediği oyun çok uzamıştı. Kocasına yakalanma ihtimali gözünde büyüdükçe şakakları zonkluyor, farkında olmadan hafif hafif yerinde sallanıyordu. Bir yandan da eliyle sol memesini sıkıştırıyor, kendini hazırlamaya çalışıyordu. Yeterince hazır hissettiğinde sedirin altına gizlediği şişeyi aldı, kendini şişeye sağmaya başladı. Çok geçmeden radyodaki karakterlerin repliklerinin üzerine hafif bir müzik eklendi. Oyun bitmek üzereydi, rahatladı. Beşikte uyuyan, aylardır emzirmediği oğluna dikti gözünü. Ne İsmail ne bu çocuk ona hiçbir şey ifade etmiyordu. Babasının nereye gittiği dışında pek bir şey düşünmezdi zaten. Oğlanın çenesinde yürümekte olan sineği pür dikkat seyretmeye başladı. Sinek çocuğun yüzünde oraya buraya konup tekrar havalanırken, Zehra kendi kendine sineğin bu sefer nereye konacağını tahmin etmeye çalışıyordu.

“Vişne Bahçesi adlı oyunumuzu dinlediniz. Yazan, Anton Çehov. Radyoya uygulayan, Bekir Şahin.”

Radyodan isimler akmaya devam ederken, Zehra daha da hızlandırdı sağma işini. Şişenin neredeyse yarısını doldurmuştu. Yüzlerce kez gördüğü o garip rüyanın, bir kez daha gereğini yapmaya hazırdı artık.

Rüyasında hep, babasının koyunları otardığı han yıkıntılarının orada, kepeneğin önünde oluyordu. Birden üstünü soyunuyor, memeleri ortaya çıkıyordu. Dizleri üzerine çöküp çeşmeden fışkırır gibi süt fışkırtıyordu kepeneğin üzerine. Yanında İsmail vardı. Toprak gürüldüyordu. İsmail sadece bekliyordu. Sütün düştüğü yerlerden bazı dallar sert keçeyi delip, yukarı yükseliyordu. Dallar sağa sola sallanıyor, eğrilip doğruluyor, uzamaya devam ediyordu. Uzanıp da babasının gittiği yönü göstermeye çabalıyordu dallar... Zehra bu rüyanın kutsallığına ilk günden beri inanmıştı. Bu yüzden gizli gizli kepeneğin başına gider, sütünü boca ederdi. Bilemezdi ki dini bir ritüele dönüştürdüğü bu rüya, toprağın kalbini yumuşatmış, onu kendine dost kılmıştı.

Radyoyu kapattı. Her zamanki gibi elinde şişe, Veysel’in kepeneğine doğru koşturmaya başladı. Yakın zamanda yağmış yağmurdan dolayı çamura bata bata gidiyordu. Pek hızlı yürüyemiyordu ayağındaki kara lastik yüzünden. Daha düzgün bir şey giymek isterdi ama çok varsıl sayılmazlardı. İsmail’in çok borcu vardı evlenmeden önce. Veysel’den kalan arazinin çoğunu satıp anca kapatmışlardı. Babasının gidişine bu arazilerin yol açtığını bilmiyordu Zehra. Toprağın…

“Bir ay geçti, Veysel’den iz yok, seda yok. O yakınlarda Bediklik Köyü var, oraya doğru gitti desek, gören duyan olmamış. Adam sanki kırklara karıştı…”

“Peki ben ne olacağım Ali Ağa?”

“Zor tabii tek başına, burası küçük yer…”

Zehra kepeneğin yanına yaklaşınca adımları yavaşladı. Kepeneğin alt kısmı çamura batmış olsa da üstü bir atın sağrısı gibi parıldıyordu. Önce onu battığı çamurun içinden çıkardı. Sonra, uzaklardan gelen hayvan ulumaları eşliğinde, dualarını fısır fısır okumaya başladı. Çoğu kez yaptığı gibi sütünü kepeneğin üzerine boca etmedi. Hafif hafif dökerek çamuru ayıklamaya, sertleşmiş keçeyi çitilemeye başladı. Bir an kulak kesildi, toprak yine ona seslenmeye başlamıştı. Kepenekten sızan sütle buluşan toprak, hep o günü beklemişçesine, bu sefer daha belirgin konuştu Zehra’yla. Zehra ilk defa bu kadar net anlıyordu bu sesleri. Daha önceleri duyduğu belirli belirsiz çıtırtılar değildi artık bunlar. Zehra’nın sesleri dinlemeye başladığındaki sevinci yavaş yavaş yerini paniğe bırakıyordu. Bir yükselip bir alçalan sesler, ona artık kelimeleri fısıldıyordu. Ucu başı bağlı olmayan, bazıları daha önce duyduğu hiçbir şeye benzemeyen kelimeleri... Zehra kepeneği hırsla çitilerken gözü kararıyor, lekeleri artık bulanık görüyordu. Bir an geldi, dayanamadı. Kepeneği yere fırlatıp eve doğru koşmaya başladı. Çamura batıp çıkarken üzerine bastığı her toprak parçasından aynı ses geliyordu: “Geri gel! Hazırlan ve geri gel!” Bu ses sadece toprağın olamazdı, “Düşünemedin! İsmail’in yaptığını düşünemedin!” Yerden fışkırmış iki tahta sopa Zehra’nın ardı sıra geliyordu sanki, toprağı yırta yırta. Sopalara bağlı çengeller vücuduna saplanmış halde, gerilip salınıyordu. “İsmail yaptı! İsmail yaptı!”

Zehra eve girdi, sesler bir anlık kesildi. Başından boynuna, oradan göğüslerine inen yük kayboldu. Kalbi hızlı hızlı atıyordu. Kalbinin gümbürdemesi, içeriden gelen pışpışlama sesiyle dindi. Kendine gelip içeriye baktığında Meryem’i gördü. Oğlanın süt annesi… Rüyaları görmeye başladıktan sonra İsmail’i “Sütüm gelmiyor” diye kandırdığında, kocası çabucak bulmuştu Meryem’i. Birkaç hane ileride otururdu. Günde birkaç kez eve gelir, oğlanı emzirir giderdi. Şimdi de hayattaki tek işiymiş gibi, çocuğu emzirmeye devam ediyordu.

“İsmail gelmedi mi?”

“Valla ben de yeni geldim.”

Tel dolaba yöneldi Zehra, bir bıçak çıkarıp ucunu bir beze sardı, yeleğinin cebine yerleştirdi. Dolabın arkasına sıkıştırılmış bir mendilin içinde üç yüz lira civarı para vardı, onu da aldı. Evden çıkmadan önce Meryem’e son bir kez baktı. Sinek, meme emen çocuğun üzerinde hâlen dolanıyordu.

Zehra koşar adım tekrar kepeneğe yöneldiğinde tekrar yağmur başlamıştı. Ama yağmur, sesleri bastıramıyordu: “Biliyordun! Hep biliyordun!” Sesler dört bir yanından, görünmeyen nefeslerce üzerine üfleniyordu. Yağmur Zehra’nın içine işliyor, ayakları lapalaşmış toprağa saplanıyordu. “Biliyordun!” Toprak, ağzı bozukluğunu merhameti arkasına saklayarak haykırmaya devam ediyordu. Toprağın biricik dostu Zehra, sesleri büyük bir teslimiyetle dinliyordu. Vardığında İsmail’i kepeneğin yanında gördü. Diz çökmüş, ağlamaklı, kepeneğin üzerindeki süt lekelerine bakıyordu.

“İsmail?”

İsmail’in yüzü yerdeydi. Çopur yüzündeki deliklere saplanıyordu iğne iğne yağan yağmur. Ellerinde çamur vardı. Gözünü ayıramadığı lekelere bakarken, bir süt, bir kan görüyordu İsmail. Gördüklerini anlayacak kadar gücü kalmamıştı. Kalan gücünü bıyığının altında varla yok arası kalmış dudaklarına ve atan kalbinin altında ezilen ciğerlerine topladı.

“Seni izledim bugün biraz. Bir zamandır merak ediyordum zaten n’apıyor diye.”

Karısına doğru davranmak istedi. Adım atacak olduğunda çamurlaşmış toprağın onu sıkı sıkıya kavradığını hissetti. Damarlarındaki kan, bozguna uğramış atlar gibi sağa sola kaçışmaya başladı. Avcunda kalmış çamurun onu yakmaya başladığını hissediyordu. Başını titreyerek kaldırdı, Zehra’ya bakmaya çalıştı.

“Süt!”

İsmail gürüldüyordu. Toprak sadece bekliyordu.

İsmail’in gözleri hâlâ lekelerdeydi. Bir tek bunu hatırlıyordu Zehra. Sonra toprağın sesi her şeyi bastırdı. Toprağın emri ile sallandı bıçak. Ne duyduğunu da ne gördüğünü de bilmiyordu Zehra. İsmail’in kanlar içinde kepeneğe yığıldığını hatırlıyordu bir tek. Sonra da toprağın çatlayıp inleyerek kepeneği ve İsmail’i yuttuğunu.

Homurdanan toprağın her şeyi silmesini bekledi. Kepeneği, bıçak saplı cesedi, sütü ve kanı. Ardını döndü Zehra, Bediklik’e doğru koşmaya devam etti.

Not: Bu yazının ilk versiyonu Prolog Dergi'de yayınlanmıştır.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gasavan.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

29
Aralık
13
Aralık
12
Aralık
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.