Rivayet odur ki peygamberler içinde en uzun yaşayan Hz. Nuh’tur. 950 yıl peygamberlik yapan Nuh’a peygamberlik 350 yaşında geldiğine göre toplam 1300 yıl yaşamış olsa gerek. Ama bu sadece rivayet veya tevatür.
Bir peygamber olan Hz. Nuh yıl olarak benden uzun yaşamıştır. Fakat görüp yaşadıklarıma bakılırsa ben Hz Nuh’tan fazla yaşamış olabilirim. Hz. Nuh hangi yaşam katmanlarını ve dönemlerini yaşadı, hangi ortamdan geçerek ve hangi gelişmelere şahit olarak 1300 yıl yaşadı bilen yok. Ama ben yaşadıklarımı biliyorum.
Mağara devrini yaşadım. Yaylada in dediğimiz mağarada, göz göz odalar vardı. Hatırladığım kadarıyla 3 aile o mağarada yayla yapabiliyordu. Ne oteldi ne de motel. Bildiğin veya bilmediğin in idi. Üstelik ağzı da yukarı idi.
Ben atalar kültünü bilirim ve yaşadım. Dedem ata idi ve onun sulbundan gelen herkes ona itaat eder ve o ne derse onu yapardı. İtaatsizlik cezalandırılırdı. Ata kutsaldı ve asla saygısızlık yapılmazdı. Ata dokunulmazdı. Adeta tapılırdı ataya.
Ben kağnı ile taşımacılık yapılan dönemi de yaşadım. Dedemin sözümona bilgeliğine güvenerek çok çukur bulduğu ve kesinlikle su bulunacağına inandığı için Burçakyatağı adı verilen goyakta Cansız Hasan’a kazdırdığı kuyunun iç duvar taşlarını öküzlerin çektiği kağnı ile taş taşındığına şahit oldum. Kağnının gıcırtısı hâlâ kulaklarımda. Öküzlerin rengini, boyunu tam olarak hatırlamıyorum. Kağnıyı iyi hatırlıyorum, insan yapımı teknoloji ürünü olduğu için herhalde.
Ben karasabanı bilirim. Karasabanı çeken öküzleri elimdeki mesesle dürttüğüm de olmuştur. Öküzlerin boynundaki bölüme boyunduruk denirdi. Ağaçtan yapılan sabanın toprağı delen parçasına da saban demiri denirdi.
Babam öküz ile çift sürerken elinde meses ile destek kuvveti olarak görev yapan çocuk ben idim. Elimde meses vardı. Uzun bir çubuk olan mesesin bir ucunda saban demirinin çamurunu sıyırmak için kullanılan labıt adı verilen yassı bir alet sabitlenmişti. Mesesin veya üvendirenin diğer ucunda ise nodur denilen çivi, öküzlerin en çok korktuğu işkence aleti idi. Yavaşlayan veya duran öküzü harekete geçirmek veya hızlandırmak için mesesin ucundaki noduru göstermek yeterdi. Usta çiftçinin yanında çırak olarak benim görevim de mesesi kullanmak idi. Al sana usta-çırak ilişkisi.
İşte bu 1927 tarihli 1 Türk Lirası yazan banknot üzerinde karasaban ile çift süren çocuk ben olabilirim. Ha o çocuk ha benim çocukluğum. Sistem aynı sistem.
Öküzlerin çektiği karasaaban belki de insanoğlunun tarım işleri ile uğraşmaya başladığı zamandan itibaren kullanılan bir teknoloji idi. Ve ben çocuk yaşımda bu teknolojiyi kullanarak iş görmeyi usta-çırak ilişkisi ile öğrendim. Ivan Pavlov klasik koşullanma yoluyla organizmalara davranış öğretilebileceğini kuram haline getireli 100 yıl ancak oldu. Bu kuram, insanlığın ilk aşamalarından beri zaten hayatın içinde vardı ve kitaplardan Klasik Koşullanma kuramını okumaya gerek duymadan zaten çoktan öğrenmiştim organizmanın uyarıcı-tepki yoluyla davranış öğrendiğini. Mesesi dürtmeye veya uyarmaya gerek kalmadan zaten öküz gereğini yapıyordu. Koşullanmıştı bir kere.
Ben kıl çadırda veya kara çadırda yaşadım yıllarca. Yaylalarda keçeden yapılmış kepenek içinde koyun-davar güttüğüm zamanlar ile çok pencereli kıl çadırda yaşadığım dönem, hemen hemen aynı dönemdi ve birbirini tamamlayan parçalardı. Yayladan sahile göç ile birlikte yörüklüğün dibine vurduğumu sonradan anladım. Yaşayarak öğrenme dedikleri de bu idi. Yörük olmak yörümek ve göç etmek anlamına gelirmiş.
Ata da bindim. Atın çektiği pulluk ile çift de sürdüm çocukluğumun ileriki dönemlerinde. Eşeğe de bindim deveye de. Amcamın birinin düğününde çeyiz taşıyan deveye bindirdi babam beni. Adettenmiş çeyiz taşıyan deveye çocuk bindirmek. Masumiyet temsili imiş ve devenin kulaklarına bağlanan mendiller ve diğer aksesuar da o çocuğa verilirmiş. Bunu da sonrada öğrendim yoksa müsaade eder miydim babamın devenin kulaklarına bağlanmış mendilleri kendisinin alıp ceplemesine!
Tozlu yoldan köye gitmek için traktöre binebilen ve bu yolculuk için yol parası ödeyen de bendim. Bakmayın şimdi her evde birkaç ulaşım aracı olduğuna. Belli başlı zengin adamlarda bedford kamyon olurdu ve bu kamyonlara makine denilirdi.
Daha sonra seçme zengin birkaç köylü de traktör alınca öğrencilik yıllarında okuldan köye gitmek için veya köyden yaylaya gitmek için tozlu yollarda yolculuk yapabilmek mutlu ederdi. Şimdi belki anlamak zor ama hem tozlanmak hem de üstüne yol parası vermek çok normal idi. Ulaşımın raconu böyle idi.
Ve şimdi Laptop bilgisayar üzerinde, masa başında, internet kullanarak o deneyimlerimi dijital ortama aktarıyorum. Ulaşabilen herkesin okuyabilmesi için. Herkes, yani yaşayan herkes. Yaşam boyu öğrenme ne demek merak eden herkes.
Sonuç olarak iddia ediyorum ki Hz. Nuh yıl olarak benden fazla yaşamıştır. Bu kesin. Fakat yaşamın hızı, insanoğlunun imalat hızı, teknolojinin gelişimi ve kullanımı ve zamanın hızı dikkate alındığında, ben de az yaşamadım.
Uzun yıllar yaşamaktansa iyi yaşamak, öğrenerek yaşamak, yaşamayı öğrenmek, yaşamın farkına varmak, var olmanın anlamını ve önemini kavramak önemli.
En önemlisi de namuslu yaşamak!
İnsanca yaşamak, insan olarak yaşamak!
Ve insanlarla yaşamak!